Akkusativ cümle örnekleri

Almanca Akkusativ -i hali örnek cümleler.

Almanca -İ Halindeki isimler Türkçeye her zaman -i halinde olarak çevrilmeyebilir. Almanca cümlede -i halinde bulunan bir ismin cümlenin Türkçesinde de -i halinde olması gerekmez. Bu gibi hallerde, cümlenin Türkçesine bakarak Almancasında ismi -i haline koymamak gibi hata yapılmamalıdır.

Bir cümlede fiilden sonra -i halinin kullanılıp kullanılmayacağını “neyi” soru zamiri yardımı ile bulabiliriz.

Das Kind bringt einen Stuhl 
Çocuk bir sandalyeyi getiriyor.

Bu cümleyi “çocuk bir sandalye getiriyor” şeklinde çevirmek yani “sandalyeyi” sözcüğünü yalın halde kullanmak da mümkündür. “Çocuk neyi getiriyor?” sorusuna “çocuk sandalyeyi getiriyor” cümlesi tam olarak cevap vermektedir. O halde Almancada -i hali doğru olarak kullanılmıştır.

Wo lesen Sie die Briefe? Ich lese die Briefe zu Hause
Mektupları nerede okuyorsunuz Ben mektupları evde okuyorum
Ich brauche ein Visum Dann bringen Sie bitte den Pass morgen.
Bir vizeye ihtiyacım var. O zaman yarın lütfen pasaportu getiriniz
Verstehen Sie den Satz nicht? Doch, ich verstehe den Satz.
Cümleyi anlamıyor musunuz? Bilakis, cümleyi anlıyorum
Brauchst du heute den Wagen? Nein, ich brauche den Wagen nicht.
Bugün arabaya ihtiyacın var mı? Hayır, bugün arabaya ihtiyacım yok.
Kennen Sie den Schuldirektor? Nein, ich kenne den Schuldirektor nicht.
Okul müdürünü tanıyor musunuz Hayır, okul müdürünü tanımıyorum
Unterschreibst du den Vertrag? Nein, ich unterschreibe keinen Vertrag.
Anlaşmayı imzalıyor musun? Hayır, hiçbir anlaşma imzalamıyorum.
Wer bestellt einen Flugschein? Herr Weber bestellt einen Flugschein
Kim bir uçak bileti ısmarlıyor? Herr Weber bir uçak bileti ısmarlıyor.
Hat dein Vater einen Führerschein? Nein, mein Vater hat keinen Führerschein.
Senin babanın bir ehliyeti var mı? Hayır, babamın bir ehliyeti yok
Haben Sie keinen Ausweis? Doch, ich habe einen Ausweis
Bir kimliğiniz yok mu? Bilakis, bir kimliğim var.

 

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://www.pratikalmanca.com/akkusativ-cumle-ornekleri/

AKKUSATIV / -İ HALİ

Türkçe’de bir ismi -i haline sokmak için bu ismin sonuna “ı, i, u vey ü” harfi eklemek gerekir. Örneğin, “evi, paketi, çocuğu, elmayı, polisi, üzümü, … “sözcükleri “ev, paket, çocuk, elma, polis, üzüm, …” isimlerinin -i halindeki şekilleridir.

Almancada ise isimler tanımlıkları değiştirilmek suretiyle -i haline sokulur, ismin kendisinde ise hiçbir değişiklik yapılmaz.

Almancada akkusativ -i halini yapmak çok basittir, çünkü -i halinde sadece der tanımlığı değişikliğe uğrayarak den olur.

Die ve das tanımlıkları ise -i halinde değişmeden aynen kalır. Çoğul isimler ve bunların önünde bulunan die tanımlığı da -i halinde hiç değişmez.

YALIN HAL -İ HALİ
der Stuhl (sandalye) den Stuhl (sandalyeyi)
die Frau (kadın) die Frau (kadını)
das Kind (çocuk) das Kind (çocuğu)
die Stühle (sandalyeler) die Stühle (sandalyeleri)
die Frauen (kadınlar) die Frauen (kadınları)

 

Tanımlığı die ve das olan isimlerle çoğul isimlerde hiçbir değişiklik olmadığı için -i halinin öğrenilmesi çok kolaydır. Sadece der tanımlığının -i halinde den şeklinde değiştiğini akılda tutmak yeterlidir.

YALIN HAL -İ HALİ
der fuß (ayak) den fuß (ayağı)
die Wand (duvar) die Wand (duvarı)
das Auge (göz) das Auge (gözü)
die Betten (yataklar) die Betten (yatakları)
die Schüler (öğrenciler) die Schüler (öğrencileri)
der Ball (top) den Ball (topu)
der Sessel (koltuk) den Sessel (koltuğu)
der Laden (dükkan) den Laden (dükkanı)
der Kopf (baş) den Kopf (başı)
der Baum (ağaç) den Baum (ağacı)

Önünde der, die, das yerine belirsiz tanımlık olarak ein, eine bulunan isimlerin -i hali de çok kolaydır. -İ halinde der tanımlığı bir ayrıcalık gösterdiğine göre, yalnız tanımlığı der olan isimlerin önündeki ein kelimesi değişir  ve einen şeklini alır. Das tanımlığı yerine gelen ein ile die tanımlığı yerine gelen eine, -i halinde değişmeden aynen kalır.

Çoğulda ein, eine sözcükleri kalkıp isimlerin çoğulları tek başlarına kullanıldığı için bunlar -i halinde de bir değişikliğe uğramaz, yani hem yalın hali, hem de -i halini ifade ederler.

YALIN HAL -İ HALİ
ein Stuhl (bir sandalye) einen Stuhl (bir sandalyeyi)
eine Frau (kadın) eine Frau (bir kadını)
ein Haus (bir ev) ein Haus (bir evi)
 Stühle (sandalyeler) Stühle (sandalyeleri)
 Frauen (kadınlar) Frauen (kadınları)

 

Olumsuz cümlelerde kullanılan kein, keine sözcükleri de aynen ein, eine gibi -i haline konur. Bunlar ein, eine sözcüklerinin önüne “k” harfi eklenerek meydana getirilmektedir. Dolayısıyla kein, keine ismin diğer hallerinde de (-e hali, -i hali) aynen ein, eine sözcüklerinin çekimine uğrar, aynı değişikliği gösterir. -E ve -in hallerini incelerken bu nedenle kein, keine‘yi ayrıca ele almayacağız.

YALIN HAL İ HALİ
kein Stuhl (bir sandalye değil) keinen Stuhl (bir sandalyeyi değil)
kein Ball (bir top değil) keinen Ball (bir topu değil)
keine Frau (bir kadın değil) keine Frau (bir kadını değil)
kein Haus (bir ev değil) kein Haus (bir evi değil)
keine Frau (bir kadın değil) keine Stühle (sandalyeler değil)
der Mann (adam)
ein Mann (bir adam)
keine Mann (bir adam değil)
den Mann (adamı)
einen Mann (bir adamı)
keinen Mann (bir adamı değil)
das Haus (ev)
ein Haus (bir ev)
keine Haus (bir ev değil)
das Haus (evi)
ein Haus (bir evi)
keine Haus (bir evi değil)
die Woche (hafta)
eine Woche (bir hafta)
keine Woche (bir hafta değil)
die Woche (haftayı)
eine Woche (bir haftayı)
keine Woche (bir haftayı değil)
die Eier (yumurtalar)
Eier (yumurtalar)
keine Eier (yumurtalar değil)
die Eier (yumurtalar)
Eier (yumurtalar)
keine Eier (yumurtalar değil)
der Fisch (balık) den Fisch (balığı)
ein Fisch (bir balık) einen Fisch (bir balığı)
kein Fisch (bir balık değil) keinen Fisch (bir balığı değil)
der Berg (dağ) den Berg (dağı)
ein Berg (bir dağ) einen Berg (bir dağı)
kein Berg (bir dağ değil) keinen Berg (bir  dağı değil)
der Stein (taş) den Stein (taşı)
ein Stein (bir taş) einen Stein (bir taşı)
kein (bir taşı değil) keinen Stein (bir taşı değil)
der Schuh (ayakkabı) den Schuh (ayakkabıyı)
ein Schuh (bir ayakkabı) einen Schuh (bir ayakkabı)
kein Schuh (bir ayakkabı değil) keinen Schuh (bir ayakkabı değil)

 

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://www.pratikalmanca.com/akkusativ-i-hali/

NOMINATIV / YALIN HAL

ALMANCA NOMINATIV / YALIN HAL 

 Yalın hal, isimlerin hiçbir değişikliğe uğramamış, takı almamış, tanımlığı değişmemiş haline denir. Almancada tüm sözlük ve diğer başvuru kitaplarında isimler daima yalın halleri ile verilir. Birçok sözlükte yalın hale ilaveten ismin çoğulu veya çoğulda aldığı takı ile çekimde uğradığı değişiklik ayrıca belirtilir.

Yalın halde ismin önündeki tanımlıklar daha önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi der, die, das şeklindedir. Yalın halin çoğulunda tüm isimlerin tanımlığı die olur. Tanımlığı der ve das olan isimlerin önünde ayrıca “bir” anlamına gelen ein belirsiz tanımlığı, tanımlığı die olan isimlerin önünde ise yine “bir” anlamına gelen eine belirsiz tanımlığı bulunabilir.

Ein, eine ‘nin çoğulu yoktur. Önünde ein, eine bulunan isimler çoğulda bu sözcükler olmaksızın tek başlarına çoğul halleriyle kullanılır.

NOMINATIV – YALIN HAL

TEKİL

ÇOĞUL

der Mann
Adam
die Frau
kadın
das Kind
Çocuk
die Bücher
kitaplar
ein Mann
bir Adam
eine Frau
bir Kadın
ein Kind
bir çocuk
Bücher
Kitaplar

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://www.pratikalmanca.com/nominativ-yalin-hal/

Bringen İle İlgili Cümleler

Example in German Translation in English Fm.
! Es war entweder auf Sie schießen oder Blumen zu Ihrer Beerdigung zu bringen, Buddy. Well, it was either shoot you or bring flowers to your funeral, Buddy.
” und es zum Einstürzen bringen.” ” at the under infrastructure of a building and bring it down. “
“…hinein in eine Geisterwelt, in der er Ihren Sohn finden und wieder zum Bewusstsein bringenkönnte.” “… Into a spirit realm, where he could locate your son “and bring him back to consciousness.”
“Der Reisende wird der Erde große Veränderungen bringen “The traveler will bring great change to the earth.”
“Der gefesselte Prometheus”, ein Stück aus der Antike,… eines der ältesten, die es gibt. Es handelt von einem einfachen Mann,… der von den Göttern furchtbar bestraft wird,… weil er das Licht zu den einfachen Menschen bringen wollte. “prometheus bound,” an ancient play, one of the oldest we have, about a simple man who was horrifically punished by the powers that be for the terrible crime of trying to bring light to the common people.
“Eines Tages bringe ich ihn hier hoch, und wir bringen diese Farm wieder in Schuss.” “Ennis Del Mar,” he used to say, “I’m gonna bringhim up here, one of these days, and we’ll lick this damn ranch into shape.”
“Ich bringe fässerweise Geschenke mit. “I’m bringing barrels full of presents.”
“Ich verspreche, dass ich kein wildes und gefährliches Tier mit auf unsere Hochzeit bringe. Okay, look into my eyes and say, “I promise that I’m not bringing a dangerous wild animal to our wedding.”
“Nächstes Mal bringe ich Geld mit.” Und nächstes Mal wieder Versprechen. “Next time I bring you money.” Next time, more promises. Bastard!
“O Missouri, bringe mir den Liebsten zurück …” Oh, Missouri, bring me back my beloved!
“Eric, du bringst kein Unglück.” Eric, you bring no accident.
“Göttliches Salamis, du bringst Tod den Feinden Griechenlands, wenn die Saat gesät oder die Ernte eingebracht wird.” “Divine Salamis, you will bring death to the enemies of Greece when the seeds are sown or the harvests are gathered in. “
(lacht) Ich freue mich, dass du es mir persönlich bringst. I appreciate you bringing this to me, Butch, but… you could have called it in or fax it to me…
– Aber du bringst Bier mit. – You bring the beer.
– Achte darauf, dass du niemanden mit hier her bringst. – Make sure you don’t bring anyone back.
” Der Prozess der politischen Transformation, auch wenn er revolutionäre Veränderungen bringt, “ In it, they declare that ” the process of transformation, even if it brings revolutionary change, “
” Der höchsten Schönheit huldigend, bringt Euch mein Herr die Schätze seiner Reiche ! “ “To pay tribute to the highest beauty… “…my lord brings you his kingdom’s treasures!”
“Aber der 12. bringt ein Liebhaber spuckte.” “But the 12th brings a lover’s spat.”
“Am frühen Abend, wenn die Sonne anfängt unterzugehen, kommt die Furcht, weil ich weiß, das die Nacht den Tod bringt.” In the early evening when I see the sun begin to fade, the fear comes, because I know that the night brings death.”
“Aufbruch bringt Unheil. “Starting brings misfortune.
“Aber jetzt sehe ich, er brachte mich “But now I see that he’s brought me
“Am ersten Tag im Studio brachte James dann Verbandszeug mit.” “Then, the first day at the studio, James broughtover some bandages.”
“Der den Buttertopf zu Balshazar brachte…” “He who brought the butter dish to Balshazar…
“Die gestohlenen Zeichnungen brachte ich zu Weylers Firma und, meine Frau’ kehrte zurück. Sie warf sich in meine Arme.” “I found the stolen drawings that could be broughtto the boss, and ‘my wife’ returned and happily threw herself onto my arms…”
“Dieses Mal brachte ich 10 Kisten Eier zurück.” “Weit mehr als von der letzten Reise.” (Sehnsuchtsvolle Streichmusik) This time, I had brought back 10 boxes of eggs, much more than the previous trip.
– Du brachtest ihn zu mir. – You brought him to me.
– Du brachtest mich zurück, um meinen Sohn zu töten. You brought me back to kill my son.
– Geschichten. Du brachtest mich zurück. You brought me back.

– Ich sehe, du brachtest eine Begleitung mit. See you brought your plus-one. Oh, yeah.
– Ja, aber du brachtest Isabelle zurück. – Yes. But you brought Isabelle back.
“Den brachten sie zu der Hexe. Zu Staraja Riba. The bat eaters brought the scents to Staraya Ryba.
“In dem Bestreben, diesen Tiermenschen zu zivilisieren,” “brachten wir ihn zurück in die Stadt.” “In an effort to civilize this beast-man, we broughthim back to the city.
“In der letzten Nacht wurde sie von Herrn Arnes Mördern weggeschleppt,” “und sie brachten sie hierher aufs Schiff…” “Last night she was abducted by the men who killed Sir Arne and they brought her to your ship.”
“Offenbar verhypnotisiertes Leute brachten ihre Nasswasser hierher.” “Dann sie wurden geschickt los,” “um zu finden neues Leute für noch mehr Nasswasser.” It seemed hypnotized people brought their water to this planet… and then they were sent to find new people – to bring more water.
“Vor Vier Partituren und sieben Jahren brachtenunsere Väter eine neue Nation auf diesem Kontinent hervor, in Freiheit ersonnen und der Absicht gewidmet, dass alle Menschen gleich sind.” “Four score and seven years ago our fathers brought forth on “this continent a new nation, conceived in liberty and dedicated to the proposition that all men are created equal.”
– Und Ihr brachtet mir gleich drei. And you’ve brought me three.
– Warum brachtet Ihr ihn mit? – Why have you brought him here to me?
Daran hättet ihr denken sollen, bevor ihr ihn zu mir brachtet. Well, you should have thought about it before you brought him into my home.
Er war ohnmächtig, als ihr ihn brachtet. He was passed out when you all brought him back,
Ich denke, dass Ihr das sehen solltet. Er benimmt sich so, seitdem ihr ihn hierher brachtet. He’s been acting like this since you brought him in.
Eine Nachricht von dir brächte Varinius aus Rom her, – und mit ihm… Yet message from you would bring Varinius from Rome, and with him…
Es zu verlieren oder wegzugeben brächte Unglück To lose it or give it away would bring disaster.
Ich darf eure Tochter nicht heiraten. Ich brächte nur Unheil über euch. If I marry her, it would bring you bad luck
Wäre ich jünger, brächte ich mein eigenes Schwert und würde mit Euch kämpfen. If I were younger, I would bring my own sword and be standing with you in battle.
Sagten Sie nicht, dass ihnen solche Schilder Glück brächten? Did you tell the soldiers it would bring them luck?
! Ich bring dir Hilfe! I’m gonna bring you help.
” Also gut, wenn du darauf bestehst, dann bring ihn her. Ich fass ihn an.” “If you’re gonna make me feel guilty, bring it over here, I’ll touch it. “
“Also hol das Ei und bring es mit.” “So get the egg and bring it with you.”
“Bewahre sie vor dem Rachen des Löwen und der Dunkelheit darin…” “…und bring ihnen stattdessen den Segen des Lichts…” “…heiliges Leben, ewige Ruhe.” Deliver them from the lion’s mouth and the darkness therein, but rather, bring them to the blessing of light, holy life, and eternal rest.
“Dann schnapp dir deine Waffe und bring den Vogel rein!” Grab your gun and bring in the cat.
Daran sei nichts zu ändern. Das sagte sie, ganz ruhig, und ganz ernst; den Auftrag, den sie zu haben schien, ernst zu Ende bringend. This isn’t going to change,” she said, without annoyance, but without a smile either, seriously bringing to an end the task she seemed to have.
“… Und sobald man ihn an Land gebracht hatte,” “klarte das Wetter auf und wir hatten guten Wind…” “As soon as he was brought ashore, the weather turned beautiful and the wind grew peaceful.”
“…in einer Gasse hinter dem Laden verhaftet und zu Heffner gebracht.” “in an alley behind the store and brought to Heffner’s side.
“Alles schmeckt Foul heute”, was bedeutet, dass er etwas anderes unangenehmes gekostet hatte vor dem Bier, das Caroline Crale hatte zu ihm gebracht. “Everything tastes foul today” , which suggests that he had tasted something else unpleasant before the beer that Caroline Crale had brought to him.
“Das Götzenbild hat uns Freude gebracht,” “The graven image hath brought us joy,”
“Denn wir haben nichts in die Welt gebracht, darum werden wir auch nichts hinausbringen.” We brought nothing into this world and it is certain that we can take nothing out.

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://www.pratikalmanca.com/bringen-ile-ilgili-cumleler/

Almanca 100 Fiil

  FİİL TÜRKÇESİ
1 an .. e … ın yanında
2 anbieten sunmak
3 ansehen bakmak,incelemek
4 arbeiten çalışmak
5 aus … Den …. Dan
6 bedeuten anlamına gelmek
7 beginnen başlamak
8 bekommen almak
9 bestehen kazanmak,başarmak
10 betreffen ilgilendirmek
11 bieten vermek
12 bilden biçimlendirmek
13 bleiben kalmak
14 brauchen ihtiyacı olmak
15 bringen getirmek
16 dar tasvir etmek
17 denken düşünmek
18 dürfen izin vermek
19 entsprechen uymak
20 entstehen doğmak,çıkmak
21 entwickeln geliştirmek
22 ergeben vermek,getirmek
23 erhalten saklamak,korumak
24 erinnern hatırlamak
25 erkennen tanımak
26 erklären açıklamak
27 erreichen ulaşmak,erişmek
28 erschienen gelmek,görünmek
29 erwarten beklemek
30 erzählen anlatmak
31 fahren sürmek,götürmek
32 fallen düşmek
33 fehlen bulunmamak,yok olmak
34 finden bulmak
35 folgen takip etmek
36 fragen sormak
37 fühlen dokunmak
38 führen liderlik etmek,götürmek
39 geben vermek
40 gehen gitmek

41 gehören ait olmak
42 gelten geçerli olmak
43 gewinnen kazanmak,zafer kazanmak
44 glauben inanmak
45 haben sahip olmak
46 halten tutmak
47 handeln davranmak
48 heissen adlandırmak
49 helfen yardım etmek
50 interessieren ilgilenmek
51 kennen bilmek
52 kommen gelmek
53 können yapabilmek (ing. can)
54 lassen bırakmak
55 laufen koşmak
56 leben yaşamak
57 legen koymak
58 lernen öğrenmek
59 lesen okumak
60 liegen yatmak
61 machen yapmak
62 meinen sanmak,düşünmek
63 mögen istemek,hoşlanmak
64 müssen zorunluluk (ing. must)
65 nehmen almak
66 nennen demek,adını vermek
67 reden konuşmak
68 sagen söylemek
69 schaffen yaratmak
70 scheinen ışık vermek,parlamak
71 schließen kapatmak
72 schreiben yazmak
73 sehen izlemek
74 sein olmak
75 setzen koymak,oturtmak
76 sitzen oturmak
77 sollen … meli,malı (tavsiye) (ing. should)
78 spielen oynamak
79 sprechen konuşmak
80 stehen durmak
81 stellen koymak
82 studieren okumak,yüksek öğrenim yapmak
83 suchen aramak
84 tragen taşımak
85 treffen buluşmak
86 tun yapmak
87 verbinden bağlamak,birleştirmek
88 vergehen geçmek,geçip gitmek
89 vergleichen karşılaştırmak
90 verlieren kaybetmek
91 verstehen anlamak
92 versuchen denemek
93 vor .. ın önünde … den önce
94 warten beklemek
95 werden olmak,gelecek zaman fiili
96 wissen bilmek
97 wohnen yaşamak,ikamet etmek
98 wollen istemek
99 zeigen göstermek
100 ziehen çekmek,çizmek

 

Bu yazının kalıcı bağlantısı https://www.pratikalmanca.com/almanca-100-fiil/